Konuşmayı Öğrenmek Mi?

DİJİTAL BAĞIMLILIK GELİŞTİRMEK Mİ?

Bülent Şerbetçioğlu

Yenidoğan bir bebek, çevresinde çok farklı sesler ve görüntülerlekarşılaşır. Bebeğin

beyni  farklı  uyarıların  varlığında doğar doğmaz şekillenmeye başlar. Bebek, beyninde milyarlarca sinir hücresine sahip olarak doğsa da zamanla bunlardan sadece uyarı alarak birbirleriyle iletişim içinde olanlar işlevselliğini koruyacak ve yaşayacaktır. Beynimiz uyarı alanlarının işini kolaylaştırmak uğruna birbirleriyle bağlantı kuramayan sinirleri köreltmeye programlanmıştır. Sözel iletişimini sürdürmek için ana dili öğrenecek olan bebeğimiz, ilk dört yılda gerekli konuşma seslerini duyamazsa bu işle   ilgili sinirler ve yapılar işlerini azaltabilir, ve gidere otadan  kalkacaktır.  Bey deki sinir hücrelerinde bu şekilde sinaps adı verilen hücreler arası bağlantıları   kurabilenler işlevini   sürdürebilirken, diğerleri zamanla işlevsizleşir.  Bebeğimiz büyüdükçe beynin  en dış kesiminde yer alan beyin kabuğunda çevresinde gördüğü, duyduğu ve dokunduğu nesnelerle ilgili merkezle

(kortikal merkezler) kendilerine yer kaparlar. Bu bir tür köşe kapmaca oyununa erken katılanlar avantajlı, geç kalanlar ise dezavantajlıdır…

Yaşamın ilk dört yılı, konuşmaların anlaşılarak öğrenilmesi ve duyguların ifade edilmesi becerilerinin en randımanlı olarak edinilebildiği dönemdir. Odyolojide bu sürece konuşmanın öğrenilmesinin kritik dönemi adını veriyoruz. Bunu sağlamak için bebeğin gelişmekte olan beyninde insanı insan yapan, konuşmak ve yürümek gibi temel becerilere ilişkin merkezlerin erkenden gelişmesi gerekir.

Bebekler, yakın zamana dek doğal ortamlarda yetişmeleri sayesinde görerek ve işiterek, yüz yüze oyunlar oynayarak büyümekteydiler.   Oysa   günümüzde  çok  erken  dönemde teknolojiyle tanıştırılan bebeklerde, bu temel becerilerin yerine ekranda hızla kayan çizgi film görüntüleri pasif olarak izlemek veya parmakla görüntüleri değiştirme becerisi gibi beceriler ön plana çıkmaktadır. Artık günümüzde aileler, “Benim evladım çok zeki, iki yaşında cep telefonunda fotoğ rafları  görüntüleyebiliyor” diye övünebiliyor. Aslında bebeğin yaptığı iki parmağıyla ya resmi büyütüyor, ya da tek parmakla bir resimden diğerine geçiyor… Bu kadar basit bir becerinin hiçbir bilişsel temel basamağın gelişmesine katkısı olduğu söylenmez. Aslında bu şekilde, aileler kendi elleriyle daha sonra terkedilmes adeta olanaksız hale gelecek olan bir bağımlılığın temelinin atıldığını itiraf etmiş oluyorlar. Bu şekilde aileler isteyerek veya iste meyerek, çocuklarını “dijital bağımlı” haline getiriyor- lar. Ülkemizde madde bağımlılığının ergenlik döneminde başladığı göz önüne alınacak olursa, dijital teknolojiye bağımlılığın çok daha erken yaşlarda yerleştiğini kabul etmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle, dijital teknoloji bağımlılığı çok erken yaşlarda, bebeklik döneminde yerleşiyor. Üç yaş altındaki çocukların büyük bir kısmı (%68), günlük olarak televizyon, cep telefonu, DVD ve video oyunu gibi ekran ortamını kullanıyor. Günümüzde bu tarz  ekran bağımlılığının erken çocukluk döneminde gelişmeye başlayan sağlıksız bir alışkanlık olduğu kanıtlanmıştır. Aynı zamanda erken yaşta aşırı medya kullanımının ebeveynler ile çocuklar arasındaki sözel iletişimin (etkileşimin) miktarını ve kalitesini azaltmasıyla da duygusal gelişimlerini olumsuz etkilediği gözlenmektedir.

Dijital çağ öncesinin oyunun aktif katılanı, süresini ve kurallarını belirleyen kişisi olan bebeğimiz, oynadığı oyunların aktörüydü; oyunlar onun aktif konumda olmasını destekliyordu. Sözel oyunlar sırasında bebekler oyunu sürdürebilmek için sözel iletişime geçmek zorundaydılar. Böylece beyin mer- kezlerinde konuşmayla ilgili sinir hücreleri gerekli bağlantıları kurarak kendi işlevlerini kaza- nabiliyordu. Çocuklar, oyun oynarken ellerini, ayaklarını kullanarak el-ayak ile beynin koordinasyonunu  kurma becerisini kazanıyorlardı. Oysa ki günümüzde daha henüz konuşma ve yürüme gibi becerileri tam olarak kazanmadan bir bebeğin eline cep telefonu veya tablet gibi dijital teknoloji ürünü verilmektedir. Bundan nasıl bir sonuç beklenebilir? Cep telefonu, tablet ve bilgisa- yar gibi elektronik cihazların aile içinde sıklıkla kullanılması, küçük çocukların en uygun biçimde ancak yüz yüze iletişim kurarak kazanılan konuşma, sosyal beceriler, empati gibi becerileri engelleyebilmektedir. KBB ve odyoloji kliniklerindeki hastalarımızda “atipik otizm” olarak da tanımlanabi len iletişim kopukluğu yaşayan çocukların bazılarında olumsuz çevre koşullarının etkilerini gözlüyoruz.

Konuşmayı öğrenme üzerine duyarlı olduğu bir dönemde bebeğimizi dijital teknolojinin

kolay becerilerini çözmeye yönlendirmemek gerekir. Aksi halde erkenden konuşmayı öğrenmeyi ihtiyaç olmaktan çıkararak dijital teknolojiye bağımlılığı teşvik etmiş oluruz. Diğer bir deyişle, bebeklerimizi ilk dört yıl içinde konuşmayı öğrenmesi için sözel iletişime, yürümeyi ve ince motor becerilerini kazanması için her türlü fiziksel aktiviteye yönlendirmemiz gerekir. Bu kadar erken dö- nemde gelişen dijital teknoloji bağımlılığı, vucüt kitle indeksinde artmayla birlikte obeziteye ve sözel iletişimde sıkıntılara yol açması riskini de getirmektedir.

Sonuç olarak çocuğumuzu 3-4 yaşlarından önce, dijital teknolojiyle buluşturduğumuzda çocuğumuzun görsel medyaya bağımlı hale gelmesi söz konusu olabilir. Dijital teknolojiyle çok erkenden tanıştırdığımız çocuğumuza iyilik mi etmiş oluyoruz, yoksa istemeyerek de olsa kötülük mü? Böylece daha doğru dürüst nasıl konuşacağı bile belli olmayan bir bebeğe dijital teknolojiyi kullanma becerisini kazandırmak, bağımlılığın yanısıra bazen bebeğin zihinsel gelişimini de olumsuz etkileyebilir.

Dijital teknolojiyle çok erkenden tanıştırdığımız çocuğumuza iyilik mi etmiş oluyoruz, yoksa istemeyerek de olsa kötülük mü?